Günümüzde Adaletten Bahsetmeye Kim Cesaret Edebilir?

Adalet teriminin sürekli kullanımı, bu kuramın tanımının gün gibi ortada olduğuna, evrensel kuşku götürmez bir değer taşıdığına inanılmasını sağlayabilir. Her kişi, somut olarak günlük hayatın her anında adaletin ne olduğunu bilir ya da bundan ziyade bildiğini zanneder. Eğer herkesin adaletin ne olduğuna dair kendi fikri varsa, öyleyse ortak bir tanım üstünde anlaşmak neredeyse imkansızdır.

Aslında “Adalet” yok…
Bizi çevreleyen doğada eşitsizlik ve rastlantısallık kuralı vardır. Fırtına çıktığında kamış eğilir ve meşe de kökünden sökülür. Zengin topraklarda her yıl dört pirinç hasadı yaşanırken, kıraç topraklarda ancak birkaç yenmeyen çalılık yetişir. Bazı yeraltları zenginlik içinde yüzerken, verimsiz olan diğerleri kullanılmaz haldedir. Neden birisi bir kazadan sağ salim kurtulurken, öteki geriye kalan günlerini zarara uğramış halde geçirir? İyi görünümlü bu genç adam on parmağında on marifete sahip ve entelektüel açıdan çok yeteneklidir. Bu genç kız sevimsiz bir görüntüye sahiptir, çok beceriksizdir ve fikirleri işlemek için hiçbir büyük yeteneği yoktur. Oradaki kaza, arıza ve aksilikleri çeker. Şuradaki şanslıdır, giriştiği her şeyi başarır, tehlikeleri hasarsız aşar. Bu şekilde adaletten bahsedilemez. Eşitsizlikler derin ve temeldir. Bu kimilerine göre kaderdir, yazgıdır, şanstır… Başkaları ise buna “Tanrı’nın Eli” der.

Adaletsizlik gerçeği
Bir işe son dakikada katılan bir işçi, en baştan beri bulunan işçiyle aynı maaşı alır (Matta 6:1-16). Bu adil değildir. İşyerinde bir kişi, bir sorumluluk görevi için bir diğerine tercih edilir. Bu adil değildir. Göçmen işçilerin çalışma koşulları sağlık ve güvenlik noktasında ağırken, şirket merkezindeki bürolar ise göz kamaştırıcıdır. Bu adil değildir. Günlük yaşamda adaletsizlik duygusu, düşünmesi her zaman acı veren bir özlemi yansıtan derin bir gerçekliktir. Sıklıkla isyan veya kölelik hallerinin altını çizer. Karşılaştırma içerisindedir: Neden ben değil de o? Neden o değil de ben? Kendini şu nakaratla ifade eder: Bu adil değil ki! Bu da durum ve problemlerin nesnel analizinin meyvesinden ziyade bir hınç ifadesidir. Gerçekliğin, bedeninde ve ruhunda görünen acı veren bir deneyiminin – gerekçeli bir düşüncenin değil – tezahürüdür.

Adaletsizliğin nedenleri
Bana öyle geliyor ki adaletsizlik kaçınılmaz rekabetlerden, bizim farklı çıkarlarımıza bağlı az çok kaba veya karışık güç ilişkilerinden ürer. İşyeri rahat kârların yolunu açar. Kime teşekkür edilmelidir? Kârlar nasıl bölüşülecektir? Tıpkı çalışanlar, hissedarlar ve yöneticiler gibi bütün müşteriler ve tedarikçiler işyerinin başarısındaki bir şey için oradadır. Ama gelin görün ki herkes kendisinin ve kendi grubunun kârlardan diğerlerine göre daha fazla yararlanması için çalışacaktır. Kaybeden veya büyük ihtimalle başkalarının hatası yüzünden kendi payının yeteri kadar iyi olmadığını düşünen kişi, bir adaletsizlik duygusu hissedecektir.

Böylelikle eğer gözlerim adalet kavramını bile görmüyorsa, bir sürü somut acı ve skandal, insanların birbirleri için duyduğu hor görünün ifadesi, bencilliklerinin, bastırıcı şiddetlerinin, başkasını kendine özgülüğü ve farklılığı içerisinde son derece saygıdeğer olarak kabul etmeyişlerinin tezahürüne sahip olan adaletsizlik bana oldukça gerçek görünür. İşte adaletsizliği her yerde ve her çağda var eden, birilerine başkaları tarafından yapılan bu bir sürü somut, acı, skandal ve kişilik boğulmalarıdır. Tabii ki bu adaletsizlik hoş görülemez ve bu aleni adaletsizliği azaltacak bir toplumsal ilişkiler değişimini teşvik etmek için her şey yapılmalıdır.

Fakat oyuna gelmemek gerekir. Adaletsizlik karşısındaki mücadeleyi belli noktalarda kazansak bile, yeni mücadeleler gerektirecek olan yeni adaletsizlikler başka yerlerde ortaya çıkacaktır. Çağrıldığımız görev sonsuz bir görevdir.

Özellikle ne tür adaletsizliği hedef almalı?
Az önce de belirttiğimiz gibi, toplumsal yaşamda kaçınılmaz farklılıklar bireyleri özellikle de maddi mallar, bilgi ve güç alanlarında birbirinden ayırır. İdeal olan, bu üç unsurun adil dağılımı olacaktır. Günümüzde adaletsizliğin temel kaynakları, tam olarak bu farklılıkların içindedir. Aynı hamillerin yararına birbirine eklenen niteliklerin aşırılığı, bulaşıcı ve kalıtsal yönleri ile birlikte bu farklılıklar ayrıcalıklara dönüşür ve insanları sınıflandıran bir “mesafeyi” yaratmaya ve vurgulamaya sebep olur. Adaletsizliğin yok edilmesi gereken hedefleri açıktır: Öncelikle eşitsizliklerin aşırılığı, çünkü ayrıcalıkları ve “üstünlüğü” doğurur; daha sonra, insanlar arasında küresel bir mesafeyi besleyen kıskançlık ve güvensizliği bilme gerekçeleri…

Adaletsizliği yok etmek için maddi mallar düzeyinde hareket etmemiz gerekir. Zira maddi mallar düzeyinde mesafeler, sorumlulukların, ekonomik ve sosyal yaşamdaki ilişkilerin farklılığı üzerinden kendini aklayabilse de, ne yazık ki günümüzde olduğu gibi çoğunluğun erişim sahibi olmadığı yaşam seviyesinde, derin hayal kırıklığı, kıskançlık ve isyanı doğurabilecek baskın bir modele neden olmamalıdır.

Adaletsizliği yok etmek için aşırı güç ile de mücadele etmek gerekir. Güç ve bilgi aşırılıkları otorite ve kibirde somutlaşır. Birçok işyerinde (bu politik düzeyde de görülür) düşünen kişiler, gerçekleştiren kişiler, dinleyen kişiler ve dinlenilen kişiler vardır. Bilen ve düşünen insanlar aynı zamanda sözü dinlenen kişilerdir. Diğerlerinin özgürlüğü, başlarını kaldırma olanakları yoktur. Ezilmiş, tahakküm altına alınmış, olabilecek olan şeyi dikkate alma ve değerlendirme eksikliğinden dolayı ta derinliklerinde incinmiş insanın çoğunlukla dizlerini karnına çekip oturmak veya kötü alışkanlıklar, alkol, kumar (toplumun kendisi buna yönlendirir) içinde oyalanıp kalmaktan başka bir çıkış yolu olmaz. İnsanlar arasındaki “mesafeyi” azaltmaya izin verecek, herkesin dinlenme, kabul edilme olasılığını kolaylaştıracak olan her şey adaletsizliğe karşı saldırıya geçecektir. Politik yaşamda olduğu gibi, işyeri yaşamında da bu mücadeleye katılmak için çoğunlukla etkili olduğu kadar ölçülü de olan pek çok yöntem bulunur.

Bazen önemli olan eşitsizliklerin hem maddi mallar hem de bilgi ve güçte var olabileceğini kabul etmekle birlikte, bunların aşırılığını, neden oldukları ayrıcalıkları, kıskançlık ve kin dolu güvensizliğini hoş göremeyiz. Kendinden emin, vicdanlı kişiler kabul edilemez bir üstünlüğü ellerinde bulundurduklarına inanırlar. Her fırsatta en büyük kararlılıkla, bireysel ve kolektif, profesyonel veya politik olsun mümkün olan bütün yollarla buna karşı mücadele etmek gerekir. Esasında söz konusu olan şey, öteki insanda, zayıf olan insanda Tanrı’ya karşı gerçek bir saygı edinmeye, göstermeye çabalamaktır. Rakip gerçekten de 2000 yıldır hiç değişmemiştir. O, İncil’in her sayfasında kınanan, kendini üstün, rahip, kâtip, erdemli gören kişidir. Üstelik aynı zamanda biraz kâtip, biraz rahip ve biraz erdemli olan kişiyi öncelikle kendimizde görmez miyiz?


Bir Hristiyan İşyeri Sorumlusunun Deneyimi

Makale, Communio dergisinden alınmış olup, Miras tarafından 12. sayı için gözden geçirilerek uyarlanmıştır.

Çeviri: Pınar Ercan

Makale “mirasdergi.com”dan alınmıştır.

Related Posts